1. Mİ MİNÖRÜN DO MAJÖR  KİMYASINDA

  2.                     Hakikati arayanlara inan ama hakikati bulduğunu söyleyenlerden şüphe et.-Dexter.
    .
    Ruhu olmadan bir hiç olan. Aslında ruhu varkende… Hiç olduğunu kabullenen lakin hala mana arayan…Şu kıçı kırık dünyayı çokyüz tane yüz tanıyarak, çokyüz tane kitap okuyarak, çokyüz tane müzik dinleyerek, çokyüz tane deney vb. fiiller yaparak çözmeye çalışan; ne kadar karmaşık, kompleks bir yapıdır; insan.
    İnsanoğlu dünya kurulalı beri yolda… Hep daha öteye ivme kazanmış; doğrudur.
    Sorgulayan birey için her şeyler öylesine artarak, ağırlaşarak aklının sınırlarına götürüyor ki. Sırtladıklarımı düşünüyorum. Efsanevi Atlas düşüyor belleğime…
    Ruh ve beden bileşkesiyle, varolanların en üstü olan bizler -farklı gezegenler-…  Biz kendimizi çözebiliyor muyuz? Ben ki kendimi yıllar var ki çözememişim. Tam manasıyla bir başkasını bildiğimi iddia edemem.  Evet evren de öyle işte. İşin aslısı ve kötüsü bunu biliyorum.
    İçsel atlasımda keşfe çıkmışımdır bir kere, saatler tarihi bilmem kaç geçe. Hep yoldayım. Puslu haritamda, pusulasız yol alıyorum. Pusulam olsa kaç yazar!  
    Son zamanlarda geçmişi ve günümüzü fazla irdelerken buluyorum kendimi. Teknolojiyi deli seven, ben; gelişen teknolojinin bizi daha fazla çökerteceği korkusuna kapılıyorum. Bazen oluyor ki; daha fazla gelişme teknoloji. Gelişme…! dediğim de oluyor.
    Sanal alemi gerçek, gerçeği sanal yapmaya meyilli illüzyonun parçası olmak bile öfkelendiriyor. Hele ki özneler kalbini patlayan bataklığa dönüştürmüş ve ortalığa kesif kokular yayıyorsa ve tahammül sınırım aşılmışsa, sosyal hayatta olduğum gibi sosyal medyada da uzaklaşmayı seçiyorum. Ejderha gibi ateş püskürecek hale geldiğim her vakit kendimi yok etmeyi bellemişim bir kere. 
    Ateş icat olmamış, güvercin uçurulmamış,…,teknoloji yokmuş gibi yapmak…
    Bir de unutmanın ve hatırlamanın olmadığı yerde, vazgeçemediğim canım Portekizlim, 13 Haziran 1888’de doğmuş  Pessoa’yı imgelemek… Evet, iyi geliyor… 16 Haziran’da doğduğumdan mıdır bilmem ama hiçbir şeyin onu avucunda tutamadığı, civalığına yandığım bu adam başka bendeniz için.
    Hasılı kelam belki huzursuzluğun biyolojisi daha çok kafa kurcalıyor amma velakin düşünmek, düşlemek, daha çok mürekkep dökmek kağıda, kelimeleri daha çok sesle buluşturmak; dar kapıdan, geniş yola varmak gibi ya da evet, belki aksi şeysidir.


    …Zamanın damla damla yağmasını dinliyorum, damlaların yere vuruşu duyulmuyor. Kalbimin bir uzuv olarak, var olmuş olan her şeyin ya da şimdiye kadarki varlığımın anısıyla ezildiğini, hiçe indirgendiğini hissediyorum. Başımın cismen yastığa gömüldüğünü, orada küçük bir vadi oluşturduğunu hissediyorum. Yastık kılıfının yüzü, loş ışıkta tenimle bir beden gibi temas ediyor. Üzerine yattığım kulağım bile beynime matematiksel olarak kazınıyor. Gözkapaklarım yorgunluktan seğiriyor ve kirpiklerimin, kabarık yastığın hissedilebilir beyazlığına değmesiyle incecik, zor duyulan bir ses çıkıyor. İçimi çekerek soluk alıyorum, soluğum kendiliğinden oluşup üreyen bir şey – ben değil. Düşünmeden, hissetmeden acı çekiyorum. Evde, varlıkların sabit merkezi olan duvar saati, hiçlik dolu, kupkuru bir tınıyla buçuğu vuruyor. Her şey çok engin, her şey çok derin, her şey çok karanlık ve soğuk! Zamanları akışını geçiyorum, sessizlikleri geçiyorum, şekilsiz dünyalar yanımdan akıp gidiyor. Birden, bir horoz, geceyi yok sayarak Sır’ın bir çocuğu gibi ötmeye başlıyor. Artık uyuyabilirim, çünkü içimin derinliğinde sabah oldu. Ve dudaklarımın, yüzümün etrafını kuşatan yastık kılıfının hafif kıvrımlarını usulca oynatarak gülümsediğini hissediyorum. Kendimi yaşama teslim edebilirim, uyuyabilirim, kendimi unutabilirim… ve beni karanlığa boğan bu yepyeni uykuda ya az önce öten horozu anımsıyorum ya da horoz gerçekten ikinci kez ötüyor. –F. Pessoa”



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar