Hayatı bildik akışıyla yaşayamadığımdan mıdır bilmem olmazların, imkansızların cazibesiyle hep sondan başlarım. En bildiğim ben en yabancı haline özlem duyarken düşünmeli ,düşlemeli bir son yazarım.
Şu orta kısım , yazının en can alıcı yeriyken ben hiç gelemem işte. Ortası yoktur. Ya siyahtır ya beyazdır klasik tabiriyle.
‘Sınırlarda yaşamıyorsan çok yer kaplıyorsun demektir’ cümlesini dile getirmişti birkaç sene evvel izlediğim belgeselde emekli bir hemşire ki şimdilerde motosiklet yapımıyla ilgilenmekte. İşini severek yapmanın haklı mutluluğunu yansıtıyordu yüzüne. En dipte ya da zirvede olmayı, rüzgarı o iki tekerin üzerinde hissetmeyi ,dünyada istediğin yöne her an gidebilmeyi,ulaşılmazı kısaca özgürlüğü dakikalara sığdırdı. O kadar imrendim ki ‘sınırsız insana’; olmak istediğime…
Cümlelerimi hep eylemle noktalamaya kalktığımda hep engel, deveyle hendek misali… Sınırları her zorlayış sabır ve zaman bileşeniyle üç noktaya dönüşüyor. Çoğu zaman insanlık,özgürlük naraları atarken bir bakmışım kıstırmışım kendimi ,esir etmişim itinayla ördüğüm duvarlar arasına. Prangasız insan yaşamı ne kadar mümkün!
Çoğunluk gibi olmamaya az olmaya direniş tam da bu noktada başlıyor…Doğanın , insanın bir başka olduğu yaz aylarına ait Haziran’ın ve rüzgarın kızıyım. Şimdi mi? Şimdi güzel bir başlangıç yapma zamanı. Bir ben var ki benim içimde benden öte….
Yorumlar
Yorum Gönder